1 Ekim 2012 Pazartesi

Bodrum Tatili 4. Kısım : Günübirlik Kos

Bodrum tatilimizde bir günümüzü de küçük Kos adasına ayırmıştık. Rodos seyahatinde çektiğimiz gümrük kuyruğu çilelerinden sonra bir daha böyle maceralara kalkışmayız dedik ama bir gün Meteor plajında dinlenip yattıktan sonra seyyah ruhumuza kavuştuk ve Kos'a gitmeye karar verdik.

Bodrum'dan Kos'a gitmek, Rodos'a gitmekten çok daha kolay. Bileti ve yurtdışı çıkış harç pulunu mendirekten aldık yine. Gidiş dönüş kişi başı 27 TL . Püfür püfür kocaman bir tekne ile gidiyoruz Kos'a, oh katamaran gibi kapalı değil, gayet havadar.

Kos teknesine merkezden, mendirekten biniliyor; gümrük de gayet düzenli, bu sefer hiç çile çekmedik dersem yanlış olmaz. Rahat rahat pasaporttan geçip gemiye yerleştik. Tam 9'da Bodrum'a hoşçakal diyerek engin maviliklere doğru yola çıktık.











Kos'a gitmek 1 saat kadar sürüyor, doya doya Ege'yi seyrederek geçiyor yol zaten. Hele sulara güneş ışığı vurdu mu, izlemeye doyamıyor insan ve ne olduğunu anlamadan minik Kos adasına varmış oluyoruz. Yalnız açıkta gitmenin bir tek tehlikesi var, o kadar esintili ki, üst güvertede fotoğraf çekmeye çalışırken bir anda eteklerim kafama geçti, inşallah kimse kocaman pembe donumla  fotoğrafımı çekmemiştir. İleride kraliyet ailesine girecek olursam bir skandal da ben patlatmayayım diyorum.


yol boyu manzara bu

Arkada Kos adası

Kos

Limana yanaşıp pasaport kontrolü sırasına girdik ama bu sefer hem bunu beklediğimiz için, hem de nedense çok daha düzenli olduğundan çabucacık bitti işlemler, gayet rahat oldu. Kale duvarları boyunca uzanan güzel liman yolundan yürüyerek gezimize başladık.

Liman yolu



Limanın ucunda kocaman bir ağaç vardı, turisler ve kediler ağacın etrafına yayılmış dinleniyorlardı. Bu kedi ailesi de gölgeye yerleşmiş, keyifle uyumakta idiler.




Güzel tüyloş bir Yonan kedisi bize kocaman bir hoşgeldiniz hareketi çekti



Adanın sahil boyu, sıra sıra tekneleri ve cıvıl cıvıl restoranları ile bana Bebek'i anımsattı. Ortaçağdan kalma taş köprüler ve palmiyeler ise bambaşka bir diyarda olduğumuzu kanıtlıyordu. Doğrusu Rodos'un ihtişamından sonra Kos oldukça minik ve gösterişsiz görünmüştü bize.





İlk olarak adada bir tur atalım dedik ve 9 Eur verip minik gezi trenine bindik. Ufacıcık vagonlarda yanımıza tombilik turistler sıkışınca epey çileli bir gezi oldu bizim için. Görmeye değer pek birşey de yoktu, yine de adanın begonvillerle renklenen yemyeşil hali hoştu.















Tren bizi geri getirince o yukarıda gördüğünüz palmiyeli, köprülü yere doğru yürüdük. Bir baktık, Platanou Meydanına gelmişiz.




Burada Osmanlılardan kalma caminin alt kısmına bir sürü ufak dükkan açmışlar, hediyelik eşyalar satıyorlar. Minnak bronz bir baykuş aldım kendime, 12 Eur idi, çok sevdim . Bir de buzdolabı magneti aldık ki, üzerinde uçuşan martılarıyla gördüğüm en güzel magnetlerden biri idi.








Ufak bir kafede oturup dinlendik, burada adet olduğu üzere frappe içtik. Bu soğuk neskafeye Yonan kardeşlerimiz bayılıyorlar, deli gibi frappe içiyorlar Yunanistan'da.





Gazi Hasan Paşa Camii

Dinlendikten sonra eski şehirde dolaşalım dedik. Kos'ta da Rodos'daki gibi bir old town var ama çok daha minik tabii, Rodos'un mükemmel ortaçağ havası pek kalmamış Kos'da. Birkaç dakikalık yürüyüşle, Arkeoloji Müzesinin bulunduğu Eleftherias Meydanına ulaştık.






Defterdar Camii





St Paraskevi Kilisesi
Bu yürüyüşten sonra artık yemek zamanı gelmişti. En esintili yeri bulmaya çalışarak etrafa göz attık ve şu şahane kemerin altından geçerek Naklirou sokağına girdik. Burası Kos'un barlar sokağı imiş.



Bu sokak tam antik kentin yanında, bir yandan kadim kalıntıları izlerken, beri yandan çardakların altında sefalanabiliyorsunuz. Barları limana geri dönerken gördük tabii, hepsi kapalıydı o saatte.








Biz Select diye bir restorana çöreklendik. Ortaya bir Greek Salata aldık önce.


Lady Charlotte karidesli spagetti seçti, ben de midyeli tercih ettim. İkisi de nefisti





Sıcaktan ve yemeklerden kendimizden geçmiş haldeyken garson kardeş halimize gülüp "yukarıda yatak var, isterseniz uzanabilirsiniz, para istemez" deyince hesabı ödeyip kalkma vaktinin geldiğini anladık:) Birkaç dakikada limana yürümüştük bile.

işte kedilerin yuvası koca ağaç

Limandaki ağacın dibinde, sabah bizi karşılayan kedicik, burnunu kuyruğuna gömmüş tor tor uyumakta idi.



Kedi ailesi aynı noktada sere serpe uzanmaya devam etmekteydi. O sarman araya nasıl kaynamış hala çözemedim:)



Ah ama en güzeli, başını minik yaprağına koymuş uyuyan güzeller güzeli bir tekir yavruydu. Ömrümde bu kadar güzel bir fotoğraf daha çekemem herhalde:




Limanda yürüyüp pasaport kuyruğuna girdik tekrar. Sıkıntısız şekilde teknemize yerleştik ve 5'te Kos adasından ayrıldık.




Üzerinde güneş parlayan şahane lacivert suları izleyerek Bodrum'a geri döndük.



Kos gemisi Bodrum'da yine mendireğe bıraktı bizi, pasaporttan çabucacık geçtik. Free shopta sevinçle kutu Jack Daniels kola bulup zula yaptık ve ağır ağır yürüyerek otelimize döndük. Günlerden 27 Ağustos Pazartesi idi ve tatilimize Bodrum'un başka koylarını keşfederek devam edecektik. Yani Bodrum yazıları hala bitmemişti.

xo xo

4 yorum:

  1. klişe muhabbet olacak ama şu resimlere baktıkça ülkecek halimizden, kıyılarımızdan utanıyorum. her taraf taş yığını bizde. acaba ben mi taraflı düşünüyorum diye tekrar tekrar bakıyorum resimlere ama yok yok yonanlılar bizden iyi bakıyorlar ülkelerine. bu topraklar bizi haketmek için ne yaptı acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. valla ben de aynı şeyi düşünüyorum. ufacık ada ağaçtan geçilmiyor, yemyeşil. oteli de var, restoranı da var, ağaçları kesip kesip otel yapmamışlar yani. biz gökova'ya termik santral kuraduralım bu esnada.

      Sil
  2. O yastık yapraklı kedi ne enfes bir fotoğraf olmuş sahiden! Ağzım sulandı, gittim benim minnağı mıncırdım bir güzel!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. oh iyi yaptın:)) ben de benim dana yavrusuna yumulayım madem:)))

      Sil

Yaz ki muhabbet olsun.